İHD: Unutmadık, Unutmayacağız! İHD: Unutmadık, Unutmayacağız!

Eğitim Sen Samandağ Şube Yönetimi Milli Eğitim Bakanlığının görüşe sunduğu yeni müfredatla ilgili Kurumsal görüşünü kamuoyu ile paylaştı.                            
Eğitim Sen Samandağ Şube yönetimi MEB’in yeni müfredatının değerlendirdiği ve kendi görüş ve önerileninin yer aldığı yedi sayfadan oluşan metni kamuoyula paylaştı.
Eğitim Sen, MEB’in müfredatıyla ilgili yaptığı paylaşımla ilgili değerlendirmesinin; demokratik, bilimsel, laik , kamusal eğitimin son kırıntılarının tasfiyesine yönelik örgütlü tavrımızın ve açık tarafımızın beyanı olacağını vurguladı.
Müfredatla ilgili şu ifadelere yer verildi: Türkiye’de 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte pek çok alanda olduğu gibi eğitimde de köklü dönüşümler yaşandı. Bu değişiklilere reform dediler ama yapılan işler sürekli daha kötüye gitti. 2004 yılından başlayarak okul öncesinden üniversiteye kadar bütün öğretim programları değiştirildi. İlk köklü değişiklik 2006/2007 yıllarında yaşanırken, 2017/2018 eğitim öğretim yılından itibaren bütün öğretim programları bir kez daha değiştirilip yeni uygulamalara gidildi. Yeni programlarla birlikte eğitim sisteminin dayandığı felsefeden öğretim yöntem ve tekniklerine, ölçme-değerlendirmeden ders kitaplarına kadar kapsamlı değişiklikler yapıldı.  
Yapılan değişikliklerle müfredat ve öğretim programlarının dayandığı temel felsefe, büyük ölçüde 12 Eylül darbecilerinin zihniyetine dayandı. Darbecilerin din dersini bütün kademe ve öğrenciler için zorunlu hale getirmesine benzer biçimde AKP de eğitimde laikliği ve bilimi dışladı, sosyal değerler yerine bireyciliği baz aldı, evrensel demokratik değerleri dışlayıp dinsel ve milli değerleri temel aldı. Bugüne kadar yapılanlar yeterli görülmemiş olacak ki, müfredatların ‘milli ve dinsel değerler’ temel alınarak bir kez daha değiştirilmesi gündemdedir. 
Bilindiği gibi müfredat ya da öğretim programları, devletin eğitim sistemi üzerinden kendini ve egemen sınıfların çıkarlarını yeniden üretmesinin ideolojik, kültürel ve bilimsel aracıdır. Müfredat, bazı değer ve bilgileri meşru, doğru ve kabul edilebilir olarak tanımlarken, bazılarını özellikle dışarıda bırakır. Müfredatlarda/öğretim programlarında tarihsel klişelerden bilgilere, bilim anlayışlarından dünya görüşlerine, ulusal politikalardan diğer devletlerle ilişkilere kadar bir dolu bilgi ve değer yer alır. Her ülke, aynı zamanda nasıl bir insan yetiştireceğini müfredat ve ders kitaplarında açıkça tanımlar ve söz konusu tanım çerçevesinde yeni nesiller yetiştirilmesini hedefler.   
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bir süredir kapalı kapılar ardında hazırlıkları sürdürülen müfredat değişikliğini kamuoyuna açıklayacaklarını belirterek, “Müfredat, hızla değişen dünya koşulları, güncel gelişmeler göz önünde bulundurularak devamlı güncellenecek canlı ve dinamik bir yapıda olmalı. Ana paradigmasından tutun, bize ait ve bizim değerlerimizle inşa edilmiş, bizim referans değerlerimizin ışığında oluşturulmuş bir eğitim sisteminin inşası için gerekli çalışmalarımızı tamamladık, yakın zamanda kamuoyuyla paylaşacağız inşallah” açıklamasını yaptı. 
Bakan Tekin’in bugüne kadar yaptığı açıklamalardan çıkarılabilecek en somut sonuç, yeni eğitim müfredatının, tüm derslerde sarmal olarak ‘dini’ ve ‘milli’ değerleri temel alan, farklılıkları ötekileştiren bir içerikte hazırlıkların yapılmış olmasıdır. Yıllardır iktidar eliyle adım adım hayata geçirilen eğitimde dinselleşmenin son halkasının yeni müfredat üzerinden tamamlanması hedeflenmektedir. 
Müfredatlar eğitim felsefesi anlayışlarından bağımsız olarak düşünülemez. Çünkü bir ülkenin eğitim gerçeğinin temelini eğitim felsefesi oluşturur. İnsanın hangi bilgiler, gerçekler ve değerler üzerinden biçimlendirilmesi isteniyorsa, ona uygun eğitim politikaları oluşturulur. Bu politikalara dayalı olarak eğitim planlaması somutlaştırılır ve böylece eğitim uygulamalarına meşruluk kazandırılır. MEB’in müfredat değişiklikleriyle yapmak istediği şey, tam olarak iktidarın siyasal ve ideolojik çizgisine paralel olarak “milli ve manevi değerler”le donatılmış nesiller yetiştirmektir. Nitekim Milli Eğitim Bakanı’nın STK olarak tanımladığı tarikat ve cemaatlerin ısrarıyla, ÇEDES projesiyle tamamen dini değerlere dayalı “değerler eğitimi” uygulamasının eğitimin tüm kademelerinde hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. 
Bugüne kadar hazırlanan müfredatların genel amaçları kısmında her ne kadar insana, demokratik değerlere, evrensel yaklaşıma dönük vurgular yapılmış olsa da, uygulamalar ve araçlar düzeyinde tam tersi bir durum ortaya çıktı. Yeni müfredat açıklandığında, benzer bir durumla karşılaşılması şaşırtıcı olmayacaktır. 
Ülkemizde halklar, inançlar, kültürler ve kimlikler açısından var olan farklılıklar ve çok renklilik, eğitim müfredatlarında karşılığını hiçbir zaman tam anlamıyla bulamadı. Bu farklılık, zenginlik ve çeşitlilikler ya görünmez kılındı ya da “karşı”, “düşman” ve “öteki” olarak yaftalandı. Bilimsel bilginin anlamının yitimine yol açan yaklaşım ve toplumsallıktan uzaklaşmış olan bir bireyciliğin yanı sıra milli, manevi ve dini değerlere yoğun şekilde müfredatlarda yer verilmesi, eğitimin niteliğinde yaşanan bozulmanın temel nedenlerinden biridir. Şu yoğun küreselleşme koşullarında başka ülke ve kuruluşlarla her türden uluslararası ilişkiler kurulurken müfredatlarda yalıtılmış, içe kapanan ve kendini üstün sayan değer ve pratiklere yer vermesi anlaşılır gibi değil.  
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda çok fazla hissedilmemesine rağmen muhafazakâr ve özellikle dinî konular, müfredatlarda gittikçe artan oranda başat hale geldi. AKP 2002 yılında ilk kez iktidara geldiğinde Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifinde, biraz da uygar dünyaya “zararsız” gözükmek amacıyla o zaman için yapılabilecek her şeyi yapmaya çalıştı: Örneğin müfredatlardaki ve ders kitaplarındaki ayrımcı ifadeler ayıklandı, Alevilik din derslerine ünite olarak eklendi, demokratik eğitimle ilgili bazı dersler müfredatlara eklendi, ders kitaplarında evrensel değerler vurgulandı vb. Ancak AKP iktidarı kendini kurumsallaştırdıktan sonra asıl yüzünü gösterdi ve eğitimde derdinin demokratikleşme değil, dinselleştirme olduğunu ilan etti. Bu çerçevede özellikle 2012 yılında uygulamaya geçilen 4+4+4 eğitim sistemi ile zorunlu din derslerinin yanına genellikle fiilen zorunlu üç seçmeli din dersi (Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamberimizin Hayatı , Temel Dinî Bilgiler) daha konuldu. Öncesinde bu dinselleşmeyle paralel biçimde, biyoloji kitaplarından evrim konusu çıkarılmış ve yerine yaratılış düşüncesi getirilmişti. İlaveten, zamanla okul müdür ve müdür yardımcıları çoğunlukla İmam-Hatip veya İlahiyat Fakülteleri mezunlarından olan öğretmen ve eğitimcilerden seçilmişti. Erdoğan zaten asıl hedefinin “kindar dindar nesil” yetiştirmek olduğunu açıkça ifade etmişti. 
O halde, tarihte birçok kez görülen hâkim ideolojiye uygun nesiller yetiştirme hedefi günümüz Türkiye’sinde “kindar dindar” nesil yetiştirmeye dönüşmüş durumda. Bu amacın gerçekleştirilmesinde de en büyük görev okullara verildi. Sözde seçmeli din dersleriyle çocuklar din dersini seçmek zorunda bırakılmaktadır, bu süreçte müdür ve yardımcıları, hatta öğretmenler ve veliler, her öğrencinin bu sözde seçmeli dersleri seçmesi için baskı yaptılar. Zorunlu seçmeli din derslerinin yanı sıra özellikle felsefe, tarih, biyoloji gibi derslerin içerikleri de bu amacı gerçekleştirmek için değiştirildi. 
Yeni müfredat hazırlıkları konusunda sorunun eğitim biliminin temel ilkeleri göz önünde bulundurarak hayata geçirilmesi gerektiği açık. Eğitim Sen, eğitimin toplumsal bir olgu olarak ele alınıp, bu olguyu tanımlayan değişkenlerin bütünsel bir çerçeve içinde analiz edilmesi gerektiğini düşünmektedir. 
Samandağ Eğitim Sen Şube yönetimi değerlendirmenin son söz bölümünde ise şu ifadeleri paylaştı:
Bir ülkede bireylerin hangi bilgiler, gerçekler ve değerler üzerinden biçimlendirilmesi isteniyorsa ona uygun eğitim politikaları oluşturulması kaçınılmazdır. Türkiye’nin mevcut eğitim politikasının temelinde laik, bilimsel ve demokratik eğitim anlayışından çok, eğitim sisteminin iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerine uygun olarak biçimlendirilmek istenmesi vardır. Yeni müfredatı bu anlamıyla tüm topluma ve ülkenin geleceğine yönelik tehlikeli bir müdahale olarak değerlendirmek mümkündür. 
Dünyanın her yerinde eğitim sistemi, toplumların temel değerlerinin çocuklara ve gençlere aktarılması üzerine kuruldu. Bu haliyle de eğitim sistemi ve okullar, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlerin yeniden üretim yerleridir.  Okulun kültürel üretimdeki özgün yanı, var olan toplumsal farklılıkların sınırlarını yeniden çizerek bu farklılıklarla doğallaştırmasına odaklanır. Diğer taraftan okullar söz konusu farklılıkların sorgulanması ve eleştirisi için de ortam ve olanaklar sağlamaktadır. Bu anlamda okullar, aynı zamanda laik-bilimsel eğitimi savunanlar ile laik/seküler eğitim ve bilim düşmanlarının sık sık karşı karşıya geldiği alanlardır. 
Demokratik, bilimsel, laik ve anadilinde eğitimin yaygın olduğu toplumlar, devletin bütün inançlar ve kimlikler karşısında eşit mesafede durduğu, farklı inanç gruplarının birbiri üzerinde baskı kurmadığı, farklı mezhep, kimlik ve kültürlerin baskı altına alınmadığı, eşit yurttaşlık temelinde özgürce bir arada yaşadığı gerçek anlamda özgür toplumların oluşumunu sağlayacaktır.  
Eğitim sisteminde yaşanan dönüşümler, içinde bulunulan ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemin gelişim süreçlerinden ayrı ya da bağımsız değildir. Bir ülkenin eğitim sistemi, bir bütün olarak içinde yaşanan toplumun gerçekliğini yansıtır. Burada sadece ekonomik düzey değil, toplumsallaşma süreçleri, cinsiyet eşitsizlikleri, ideolojik konumlar, sınıflar arası güç ilişkileri vb gibi oldukça karışık bir dizi ilişki devreye girer. Bu nedenle Türkiye gibi ülkelerde laiklik ve laik eğitim mücadelesi, okulda ve toplumda yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesinden ayrı değildir. Eğitim sistemi ve okullar ya tamamen egemen ideolojiye teslim edilecek ya da çocuk ve gençlerin nasıl bir eğitim alması, nasıl bir toplumda yaşaması isteniyorsa, onun için mücadele edilecektir.
Foto-Haber: Neslihan Sağaltıcı
 

Editör: Nezahat Fırıncıoğulları