GÜNDEM

HAKAN FİDAN: AİHM'E GİTMEDEN ÖNCE BİR MESELE BERLİN SOKAKLARINDA GÖSTERİYLE BAŞLIYORSA, TÜRKİYE'YE SİYASİ BASKI OLARAK GETİRİLİYORSA BU PROBLEM OLUYOR

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, TBMM'de Dışişleri Bakanlığı bütçe görüşmeleri sonunda yaptığı açıklamada, Türkiye'nin üye ülkeler arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını en çok uygulayan ülkelerden biri olduğunu belirtti. Fidan, "AİHM'e gitmeden önce bir mesele Berlin sokaklarında gösteriyle başlıyorsa, bazı parlamentolardaki milletvekilleri organize edilip o dava sahiplenilip, Türkiye'ye siyasi baskı olarak getiriliyorsa bu problem oluyor" dedi. Fidan, Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri bağlamında; "AB'nin Amerika ile beraber gerek bölgemizde gerek başka yerlerde izlediği jeostratejik politikalar zaman zaman kafa kafaya gelmemize sebep olan konular. Bakıyorsunuz, Kıbrıs'ta probleminiz var, bunu Gümrük Birliği'nde size çıkartıyor. Suriye'de bir şey yapmışsınız, vize meselesinde karşımıza çıkıyor. Ege'de bir konu var, silah satışında, teknoloji transferinde karşınıza çıkıyor" ifadelerini kullandı.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bugün, Dışişleri Bakanlığı'nın 2024 yılı bütçesi görüşüldü. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, gün boyunca yapılan eleştiri ve yöneltilen soruları yanıtladı. Fidan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

"ÇOK İYİ DİPLOMATINIZ VAR AMA HEPSİNİ TOPLADIĞINIZDA ÇOK İYİ DİPLOMASİ ORTAYA ÇIKMAYABİLİYOR"

"Gerek Başbakanlık'ta gerek MİT'te 20 yıldır kesintisiz Dışişleri mensuplarıyla çok yakın çalıştık. TİKA'daki üçüncü, dördüncü yılımdan sonra vardığım sonuç şu olmuştu, bu arkadaşlar gerçekten çok fedakarca çalışıyorlar. Dünyanın her yerinde, sürekli yeni bir ülke, yeni bir iklim, yeni bir yaşam, yeni bir çevre, yeni bir habitat, yeni bir hava, yani her şey yeni ve bu insanlar 20 sene, 30 sene hayatlarını böyle geçiriyorlar. Ve bu hâlâ sağlıklı sağlam ve üreten durumda kalmaları da gerekiyor. Bu büyük bir fedakarlık, bu fedakarlığı göz ardı edemeyiz. Fakat burada bir ters orantı var. Bireysel olarak diplomatlarımız ne kadar iyiyse kurumsal olarak da kapasitemiz o kadar geliştirilmeye muhtaç. Yani kurumsal olarak gerçekten çok şey yapmamız gerekiyor. Bu ne demektir? Çok iyi diplomatınız var ama hepsini topladığınız zaman çok iyi diplomasi ortaya çıkmayabiliyor. Dolayısıyla çok yoğun, kurumsal çalışma yapmanız gerekir, sistematik bir şekilde, sürekli reform, sürekli kesintisiz bir değişim içinde olmanız gerekiyor.

Personel sayısı gerçekten belli noktalarda az, özellikle FETÖ kalkışmasından sonra Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan temizlikten sonra düşüş oldu. Bu konuda da tabii atılan adımlar var, personel kalitesinden vazgeçmeden sayıyı nasıl artırabiliriz, onun için çalışıyoruz. Cumhurbaşkanlığımızla da bu konuda anlayış birliği içindeyiz, kadro alma konusunda sıkıntı olmuyor bu yönü itibariyle. Ama gerçekten uygun arkadaşlar bulmakta sıkıntı yaşayabiliyoruz. Gençlerimizi kamu hizmetine teşvik etmekte daha fazla çalışmamız gerekiyor.

Eskiden Hariciye'ye girmek bir ayrıcalıktı, çünkü yurt dışını görmek mümkündü. Şimdi aslında ülkemizin gelişmişliği şundan belli, insanlar özel sektörde veya kendi işlerinde çalışarak da yurt dışına artık gidebildikleri için Hariciye'de çalışmak biraz daha teknik ve gönüllülük esasında bir şeye dönüşmüş oluyor.

"DIŞARIDAN ATAMALARIN MAKUL BİR ORAN İÇİNDE OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM"

Büyükelçi atamalarıyla ilgili birtakım tespitler var, özellikle dışarıdan atamalarla ilgili. Bunların ben makul bir oran içinde olduğunu düşünüyorum dünyadaki yüzdeye baktığınız zaman, diğer ülkelere baktığımız zaman aynı şekilde bu uygulamaların olduğunu da görüyoruz.

"ŞU ANA KADAR BİRKAÇ ÜLKEDE 29 EKİM KUTLAMA ERTELEMEMİZ OLDU"

Bazı vekillerimiz, 29 Ekim kutlaması ile ilgili bazı hususları gündeme getirdiler. Şu ana kadar birkaç ülkede kutlama ertelememiz oldu. Onun sebebi de ağırlıklı olarak Gazze olaylarında bulundukları ülkeler yas ilan ettiler. Bir ülke zaten İsrail idi, orada, o şartlarda kutlama yapılamazdı.

"AB MEDENİYETLER ÜSTÜ BİR YAPI OLAMADI"

Şu tespit siyasi bir tespit değil, real bir tespit: bizim Avrupa Birliği (AB) üyelik talebimizde bir değişiklik yok ama bizim AB üyesi yapılıp yapılmayacağımız meselesi teknik bir konu değil, kriterlere bağlı bir konu değil, öncelikle onun altını çizelim. Bu AB'nin, ülkelerin stratejik olarak karar verecekleri bir konu. Biz bunu birebir ortamlarda hem AB yetkilileriyle başta Borrell olmak üzere kritik AB Bakanları ile de Dışişleri Bakanları ile de birebir tartıştığımız konulardır. Avrupa şuna karar vermek zorunda: Türkiye ölçeğinde bir ülkeyle Müslüman bir ülke ile ben yeni bir ilişki kurmak istiyor muyum? AB uluslararası bir yapı kurmayı başardı ama medeniyetler üstü bir yapı olamadı. Onun için de bir yere gidemiyor.

Stratejik düşünenler aslında AB'nin biraz daha faydacı ve güç perspektifinden düşünenler, Türkiye ve başka ülkelerin de Birlik içerisinde bulunmasını büyük fayda getireceğine inandılar. Ama genelde daha kimlik politikasıyla bakanlar, parti politikalarından dolayı, çünkü şunu yapıyorlar, ya muhafazakar partiden ya milliyetçi partiden, kendi tabanını yükseltmek için başka bir milliyeti ve kültürü kötülemek zorunda, onu ötekileştirmek zorunda ki oy kazansın.

AB bir kimlik politikası tercih ediyor, kendi iç politikasını dayatmasından dolayı. Bu bizimle alakalı bir konu değil.

Temel problem, felsefi olarak kendilerinin bir şeye karar vermeleri gerekiyor. Yani, 'Biz ne olacağız, bundan sonra böyle mi kalacağız, yoksa başka türlü bir yapıya mı döneceğiz?' Ukrayna savaşından sonra jeostratejik manada AB'nin tekrar genişlemesini sorgulanması başka bir parametre havuzuna döndü. Bu konular tartışılıyor.

"AB'NİN AMERİKA İLE BERABER BÖLGEMİZDE VE BAŞKA YERLERDE İZLEDİĞİ POLİTİKALAR ZAMAN ZAMAN KAFA KAFAYA GELMEMİZE SEBEP OLAN KONULAR"

AB konusunu biz tartışırken diğer taraftan bazı pratik konular var. Gümrük Birliği güncellemesi var, vize meselesi var. Bu konularda da ciddi çalışmalarımız var. Her konu birbirine etki ediyor tabii. Yani, AB'nin Amerika ile beraber gerek bölgemizde gerek başka yerlerde izlediği jeostratejik politikalar zaman zaman kafa kafaya gelmemize sebep olan konular. Burada Avrupa devletlerinin belli konuları araç olarak kullandığını görüyorsunuz. Bakıyorsunuz, Kıbrıs'ta probleminiz var, bunu Gümrük Birliği'nde size çıkartıyor. Suriye'de bir şey yapmışsınız, vize meselesinde karşımıza çıkıyor. Ege'de bir konu var, silah satışında, teknoloji transferinde karşınıza çıkıyor. Yani o kadar çok katmanlı ki. AB ile ilişkilerin ilerletilmesi için siz kendi hareket alanınıza ve tehdit algılamanıza, hiçbir şeye dokunmayacaksınız, onları rahatsız edecek bir şey yapmayacaksınız, onlar sizden ala memnun oldukça size bir şey verecekler. Balkanlar'daki ülkelere böyle yapabilirler ama Türkiye böyle bir ülke değil.

Vize sorunlarının farkındayız, bu konular belli ülkelerde artmış durumda belki ülkelerde bir değişiklik yok. O konuda çalışmalarımız devam ediyor.

"AİHM'E GİTMEDEN ÖNCE BİR MESELE BERLİN SOKAKLARINDA GÖSTERİYLE BAŞLIYORSA, TÜRKİYE'YE SİYASİ BASKI OLARAK GETİRİLİYORSA BU PROBLEM OLUYOR"

Türkiye üye ülkeler arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamada yüzdesi en fazla olan ülkelerinde başında geliyor. Yüzde 89 küsür, yüzde 90 oranımız var aşağı yukarı. Belli simgesel davalar var. Orada da bizim mesajımız şu oldu. Biz dedik ki, bu davalar daha mahkemeye gelmeden önce Avrupa başkentlerinde siyasallaştırılmış, hukuki bir dava olmaktan çıkıp Türkiye'deki iç siyasetin tarafı olma yönüne gitmiş bir dava.

AİHM'e gitmeden önce bir mesele Berlin sokaklarında gösteriyle başlıyorsa, bazı parlamentolardaki milletvekilleri organize edilip o dava sahiplenilip, Türkiye'ye siyasi baskı olarak getiriliyorsa bu problem oluyor. Aynı davadan yargılanmış ve hakkında ihlal kararı verilmiş, Türkiye'nin de bunu uyguladığı birçok konu var.

Bizim için daha problemli tipler var. Adam FETÖ imamı, süresi dolmuş, bilmem ne olmuş, yani şey oluyor, çıkıyor hukuken ne emredilmişse onu yapıyoruz ama siyasallaştırılan konularda ister istemez siyasal bir tavır oluşuyor.

Mahkemeye gitmeden önce siz bunu siyasallaştırıp ülkeye baskı aracı olarak kullanıyorsunuz.

Bazı milletvekilleri özellikle gündeme getirdiler. Kategorik olarak sanki devletimiz Kürt düşmanlığı yapıyormuş gibi bir algı oluşturuyorlar. Biz bunu tamamıyla reddediyoruz. Böyle bir konu yok. Aslında bütün bu anlatılardaki Kürt kelimesini çıkartıp oraya PKK kelimesini koymak gerekiyor. Biz kategorik olarak PKK'nın düşmanıyız. Zevk olsun diye geliştirdiğimiz bir düşmanlık değil.

"SURİYE'DE SİYASAL ÇÖZÜM BULUNMASI YOLUNDA BEKLETİMİZ DE ÇALIŞMAMIZ DA VAR"

Suriye meselesinde de oldukça yapıcı bir rol oynamaya çalışıyoruz. Son 6-7 yıldır muhalefet ile rejim arasında çatışma yok. Biz bu çatışmayı körükleyen taraf da değiliz. Siyasal bir çözüm bulunması yolunda beklentimiz de var, çalışmamız da var. Her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışıyoruz. Ama rejimin şu anda kendi muhalefetiyle uzlaşmaya yönelik çok ciddi adımlar attığını da görmüyoruz.

Bir milletvekilimiz söyledi, rejim dedi, af ilan etti geçen hafta. Rejim bu affı 10 kere, 15 kere yaptı. Ama şöyle bir sıkıntı var. Kendi halkıyla rejim arasında güven ilişkisi olmayınca halk gitmiyor. Biz de insanlar kendileri gönüllü dönmediği sürece onları zorla gönderme şansımız, imkânımız ve politikamız yok. Öyle niyetimiz de yok."