Deprem Bölgesinde İnşaat Kuralsızlığı: Çevre ve İnsan Hakları Perspektifinden Bir Değerlendirme

İnsan Hakları Derneği Hatay Şubesi, Antakya ve Defne’de günlük yaşamda kaosa neden olan inşaat sürecini değerlendirdi.

Bu durumun ciddi ihmal ve hak ihlali olduğu vurgulanan açıklamada şu ifadelere yer verildi.
“Türkiye’nin deprem bölgesindeki şehirlerinden biri olan Antakya ve Defne’de yaşanan inşaat süreci, sadece bir yeniden inşa meselesi değil, aynı zamanda temel insan hakları ve çevre hakkı ihlali meselesidir. Şirketlerin gelişigüzel yolları kapatması, hiçbir uyarı veya yönlendirme yapmaması, altyapı düzenlemelerini göz ardı etmesi ve vatandaşların günlük yaşamını adeta kaosa sürüklemesi, hukuk devleti ilkesine ve insan hakları standartlarına aykırıdır. Avrupa’da çevre hakları ve insan hakları bağlamında bakıldığında, bu durum ciddi bir ihmalin ve hak ihlalinin göstergesidir.

Avrupa’da çevre hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Avrupa Birliği (AB) Çevre Hukuku ve Avrupa Konseyi’nin çevreye dair çeşitli anlaşmaları çerçevesinde korunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), çevreyle ilgili ihlalleri insan hakları ihlalleriyle birlikte ele almakta ve bireylerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını güvence altına almaktadır.

AİHS’nin 8. maddesi (Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı), 2. maddesi (Yaşam Hakkı) ve 6. maddesi (Adil Yargılanma Hakkı), çevresel tehditler karşısında devletlerin vatandaşlarını koruma yükümlülüğünü içerir. Örneğin:

Lopez Ostra v. İspanya (1994) davasında, AİHM, sanayi tesislerinin sebep olduğu çevre kirliliğinin bireylerin özel hayatına ve sağlığına zarar verdiğini tespit ederek İspanya’yı mahkûm etmiştir.

 Eğitime ve sağlığa erişimi ciddi anlamda engelleyen gelişi güzel yol kapatmaları ;ciddi anlamda ruh sağlığını da etkilemektedir. Antakya ve Defne’de yaşanan plansız. Ve denetimsiz inşaat süreci, hem çevre hem de insan hakları bağlamında hukuki ihlaller içermektedir. Vatandaşların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, serbest dolaşım hakkı ve güvenli yaşam hakkı ciddi şekilde zarar görmektedir.

Avrupa’da çevre ve inşaat politikaları sürdürülebilir kalkınma, katılımcı demokrasi ve hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde yürütülmektedir. Bir inşaat projesi başlamadan önce:

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu zorunludur. Ne yazık ki artık böyle bir zorunluluk da aranmamaktadır.

Halkın katılımı sağlanır ve bilgilendirme yapılır (Aarhus Sözleşmesi gereğince).

Alternatif yollar, trafik düzenlemeleri ve altyapı önceden planlanır.

Türkiye’de ise, özellikle deprem bölgesinde aciliyet bahanesiyle bu kuralların çoğu ihlal edilmektedir. Oysa ki, hızla inşa etmek bahanesiyle kuralsızlık dayatılmamalıdır. Avrupa’da bir şehrin yeniden yapılanması sürecinde altyapı, ulaşım ve halk sağlığı planlanmadan inşaata başlanamaz. Türkiye’de ise, inşaat şirketleri hiçbir denetime tabi olmadan hareket etmekte ve şehri adeta yöneten birer otorite gibi davranmaktadır.

Yolların rastgele kapatılması, insanların işlerine, hastanelere, okullara ve diğer temel ihtiyaçlara erişimini zorlaştırmaktadır.

Avrupa'da böyle bir uygulama mümkün değildir; her yol kapanmadan önce alternatif güzergâh belirlenir ve halka duyurulur.

Toz, çamur, hava kirliliği ve düzensiz atık yönetimi, halk sağlığını tehdit etmektedir.

Avrupa’da bir inşaat bölgesinde hava kirliliği ölçümleri yapılır, halk bilgilendirilir ve önlemler alınır.

Hatay Barosu'ndan, İstanbul Barosu'nun Görevden Alınmasına Tepki! Hatay Barosu'ndan, İstanbul Barosu'nun Görevden Alınmasına Tepki!

Şehirde trafik akışını düzenleyen yetkililerin olmaması, halkı saatlerce yol aramak zorunda bırakmaktadır.

Avrupa’da böyle bir durumda yerel yönetimler ve trafik düzenleme ekipleri müdahale eder, geçici yönlendirme levhaları konur ve denetimler artırılır.

Halkın, inşaat süreçleri ve yol kapatmalar konusunda önceden bilgilendirilmemesi, Aarhus Sözleşmesi’ne aykırıdır.

Avrupa’da çevresel değişiklikler halka önceden duyurulur ve kamuoyunun görüşü alınır.

Yerel Yönetimler ve Kamu Denetimi

Belediyeler, şirketleri daha sıkı denetlemeli ve ceza mekanizmalarını etkin kullanmalıdır.

Şehir planlaması ve trafik düzenlemeleri halkın yaşamını olumsuz etkilemeyecek şekilde yapılmalıdır.

Greenpeace, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve Avrupa Çevre Ajansı gibi kuruluşlara şikayet bildirimi yapılabilir.

Sosyal medyada, basın kuruluşlarında ve sivil toplum örgütlerinde bu konunun daha fazla gündeme gelmesi sağlanmalıdır.

Antakya ve Defne’de yaşanan inşaat süreci, yalnızca bir şehirleşme sorunu değil, temel insan hakları ve çevre hakları açısından büyük bir krizdir. Avrupa’da bu tür keyfi uygulamalar kabul edilemezken, Türkiye’de halkın sağlığı ve günlük yaşamı hiçe sayılmaktadır. Yerel yönetimler, şirketlerin önceliğini halkın yaşam hakkının önüne koyamaz. Bu nedenle hukuki yollarla, kamuoyu baskısıyla ve uluslararası standartlarla bu düzensizliğe karşı çıkılmalıdır. Şehirler şirketlerin değil, halkın yaşam alanlarıdır ve buna uygun yönetilmelidir.”
Foto-Haber: Nezahat Fırıncıoğulları

Editör: Nezahat Fırıncıoğulları