CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan, Dışişleri Bakanlığı’nın 2024 yılı bütçe görüşmelerinin sürdüğü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda; bakanlıktaki “siyasi atamaların arttığını” dile getirdi. Namık Tan, “İktidarınızın ve bizatihi sizin Bakanlık kariyer memurlarına olan güvensizliğinin sebebini lütfedip açıklamanızı istirham ediyorum, sayın Bakan" dedi. Tan ayrıca, "Ülkemiz AİHM kararlarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keyfi tutumuna binaen tanımıyor. Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın, Can Atalay’ın ve nicelerinin hukuka aykırı usullerle yargılandığına ve cezaevine atıldığına dair AİHM kararları hiçe sayılıyor" ifadelerini kullandı. Yunanistan ile ilişkilerdeki normalleşmeye değinen Tan, Fidan'a, "Bu konuda ne gibi girişimleriniz olacaktır? Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de dengeleri bozacak şekilde giderek güçlenmesini görmezden gelmek yeni politikamız mıdır?" sorularını yöneltti.
Dışişleri Bakanlığı’nın 2024 yılı bütçe teklifi, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülüyor. Komisyonda, CHP Grubu adına söz alan İstanbul Milletvekili, emekli büyükelçi Namık Tan, şunları söyledi:
“BAKANLIĞIN BÜTÇESİNİN GERÇEK ANLAMDA İYİLEŞTİRİLMESİ İÇİN HERHANGİ BİR ÇALIŞMANIZ VAR MI?”
“Bu yıl önümüze gelen rakamlar, geçen yılın 16 Milyar TL’lik bütçe ödeneğinin bu yıl 31 Milyara, yani neredeyse iki katına çıktığını gösteriyor. Fakat, muhalefet şerhimizde de belirttiğimiz üzere, son yıllarda Dışişleri Bakanlığı'na ayrılan ödeneğin, genel bütçe ödeneğine oranı sürekli düşüyor. Normalde, binde 4,5 civarında seyreden bu oran, 2023 bütçesinde binde 3,75’e ve bu yıl 2024 bütçesinde de binde 2,89’a gerilemiş. Dünyada siyasi gerilimlerin ciddi şekilde arttığı, Türkiye’nin dış ilişkilerinde çok yoğun bir gündeme sahip olduğu bir dönemde, bu oransal düşüş, bizler açısından son derece düşündürücüdür. Cumhurbaşkanlığı sarayının harcamalarının savurganlık boyutlarına ulaştığı, basın haberlerine göre, günlük harcamanın yarım milyon doların üzerine çıktığı şu sırada, Bakanlığın bütçesinin gerçek anlamda iyileştirilmesi için herhangi bir çalışmanız veya girişiminiz var mı? Var ise, bunlar hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?
150 yılı aşkın geçmişiyle ülkemizin en köklü bürokratik geleneklerinden birine sahip olan Dışişleri Bakanlığı, AKP hükümetleri döneminde, ne yazık ki, sistemli olarak dış politika yapım süreçlerinin dışında bırakıldı. Özellikle, son 10 yılda, Bakanlığın en üst düzey bilgi ve birikime sahip kadroları siyasi gerekçelerle geri hizmetlere çekildi, meslek dışı büyükelçi atamalarının sayısı giderek artırıldı. Bu noktada, meslek dışı atamaların yanlış olduğunu söylemiyorum. Görev yapacağı ülkede belirgin bir ağırlığı olan doğru kişiler meslek dışı büyükelçi olarak atanırsa, ülkemizin çıkarları açısından elbette çok büyük faydalar da sağlanabilir. Sadece küçük temsilciliklere değil, büyük temsilciliklere de meslek dışı atama yapılabilir. Yeter ki o kişi, bu görevi kaldıracak liyakate ve ağırlığa sahip olsun.
"CUMHURBAŞKANLIĞI SARAYINDA BASIN DANIŞMANLIĞI YAPAN BİRİSİNİN BÜYÜKELÇİ ATANMASI, BAKANLIK İÇERİSİNDEKİ HUZURU BOZAR"
Şimdi size sorum şu: Washington'a, örneğin Muhtar Kent gibi bir kişinin yerine, hangi gerekçe ile eski bir siyasetçiyi atamayı tercih ettiniz? Kişilik özelliklerini hiçbir şekilde sorgulamayacağım bu siyasetçi yerine Bakanlığı'mızdaki yetkin meslek memurlarından birini bu göreve getirmeyi hiç düşünmediniz mi? Sizin döneminizde başlamayan ancak hız kesmeden devam eden siyasi üst düzeyli atamalar sonucu Türkiye'nin yurtdışındaki büyükelçilerinin mesleğin dışından gelen, siyasi atamayla belirlenmiş olanlarının sayısı 22’ye ulaştı. Merkezde Genel Müdürlük seviyesindeki 30’a yakın makamın 10’u sizin de katkınızla meslek dışı kişiler tarafından yürütülüyor. Bu yaklaşım Bakanlığı'nızın yüzyıllara dayalı mesleki uygulamalarına aykırıdır. Bu uygulamanın somut katkısı olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa, iddia edilen somut, ölçülebilir ve fark yaratan katkı nedir, açıklar mısınız? Muhtar Kent gibi birinin büyükelçi atanması çok tepki çekmez, ama sadece Cumhurbaşkanlığı sarayında basın danışmanlığı yapan birisinin büyükelçi atanması, bakanlık içerisindeki huzuru bozar.
Ben Dışişleri Bakanlığı'nda 40 yıla yakın bir süre görev yaptım. Görevimin son dönemlerinde şimdi aramızda olan Dışişleri Bakanımız sayın Hakan Fidan ile de yakın mesai içinde bulunduk. Birbirimizi iyi tanırız. Sayın Bakan da, bizim Bakanlığımızın içyapısını çok iyi tanır. Bakanlığın personelinin nasıl bir aile ortamı içinde çalıştığını ve meslekten diplomatlarımızın zorlu kariyer yollarını ne şekilde aştıklarını da gayet iyi bilir. Dışişleri Bakanlığı'nda görevli diplomatlarımızın yıllarca yurtdışında farklı ülkelerde mesleki kariyerleri uğruna bazen kendi hayatlarından büyük fedakârlıklar yaparak, aile birliklerinin zarar görmesi ve hatta çocuklarının eğitim hayatlarında aksamalar olması pahasına, aileleriyle birlikte sorumluluk altına girmekte tereddüt etmediklerini ve ülkemizin âli çıkarları uğruna bazen ağır bedeller ödediklerini de çok iyi bildiğinize inanıyorum. Hâl böyleyken meslek dışı atamaların bu kadar çok olmasının ve mesleki müktesebatı bulunmayan, liyakati ve ehliyeti sorgulanabilecek kişilerin siyasi mülahazalarla bu makamlara getirilmesinin, görevdeki diplomatlarımızın çalışma şevkini ciddi anlamda kırdığını herhalde en iyi bilenlerden biri olduğunuzu düşünüyorum.
"İKTİDARINIZIN LİBYA GİBİ KRİTİK BİR ÜLKEYE, KAMUOYUNUN HAKKINDA EN BASİT BİLGİLERE BİLE ULAŞAMADIĞI BİRİNİ YERLEŞTİRMİŞ OLDUĞUNU ANLIYORUZ"
Muhalefet şerhimizde de göreceğiniz üzere, öyle atamalar yapılmış ki, eleştirilmeyecek gibi değil. Örneğin, Jakarta Büyükelçiliği'ne atanan eski AKP milletvekili, tarafsız bir bürokrat gibi davranmak yerine, eski seçim bölgesindeki partili arkadaşlarını, büyükelçi olarak kullandığı resmi Twitter hesabından kutluyor. Bu konuda sonu önergesi veriyoruz. Karşılığında bu büyükelçiye yönelik herhangi bir idari işlem, ya da hiç olmazsa bakanlık kanalıyla uyarı yapılıp yapılmadığının cevabını alamıyoruz. Libya’ya büyükelçi olarak atanan şahsın özgeçmişi ne elçilik sayfasında ne internette herhangi bir sitede mevcut. Bu bilgi, sanki internetten özellikle sildirilmiş. Yani, iktidarınızın, Doğu Akdeniz’de stratejik ortaklık planladığı Libya gibi kritik bir ülkeye, kamuoyunun hakkında en basit bilgilere bile ulaşamadığı birini yerleştirmiş olduğunu anlıyoruz. Basında, Cezayir’e büyükelçi atanan eski Cumhurbaşkanı danışmanının adli sicil kaydında tehdit ve yaralama suçları olduğu iddiası yer alıyor. Biz bu konuda sayın Bakanımıza bir soru önergesi veriyoruz. Adeta aklımızla alay edilircesine, 'Bakanlıktaki atamalar bilmem hangi sayılı kanuna göre yapılmaktadır' şeklinde bir-iki cümleden ibaret bir cevap alıyoruz. Başka bakanlıkların usulüne hâkim değilim, ama soru önergesi gibi bir müesseseye en azından Dışişleri Bakanlığı'mızın gerekli saygıyı göstermesi gerekiyor. Bunu da sayın Bakandan hassasiyetle talep ediyor ve yüce meclisimizden gelen soruların böylesine ciddiyetsizlik ve umursamazlıkla cevaplanmasının sebebini sormak istiyorum.
"İKTİDARINIZIN VE BİZATİHİ SİZİN BAKANLIK KARİYER MEMURLARINA OLAN GÜVENSİZLİĞİN SEBEBİNİ AÇIKLAMANIZI İSTİRHAM EDİYORUM"
Dışişleri Personel Genel Müdürü, Bakanlık dışından ve bundan bir önceki görevinizden çok yakın tanıdığınız bir isim. Yani, Bakanlığınızdaki kilit bir makama dışarıdan atama yapıyor ve kurum içindeki aile ortamına müdahale etmiş oluyorsunuz. Üstelik, Bakan yardımcılıklarından birine de uzun süredir siyasi atama yapılıyor. Hâl böyle olunca Bakanlık birimleri tamamen devre dışı bırakılmış oluyor. Ayrıca, bu durum, Bakanlığın iç huzurunu bozduğu gibi, siyasi baskıya ve mobbing uygulamalarına da zemin hazırlıyor. İktidarınızın ve bizatihi sizin Bakanlık kariyer memurlarına olan güvensizliğinin sebebini lütfedip açıklamanızı istirham ediyorum, sayın Bakan.
Nitekim, bu güvensizliğinizin son tezahürüne, yeni meslek memuru alım süreci çerçevesinde geçen hafta yapılan ve sizin de bizzat katıldığınız mülakatta, soruları yönelten üst düzey Bakanlık heyetinde kariyer meslek mensuplarından sadece iki kişiye yer verildiğini üzüntüyle görerek, şahit olduk.
"DEĞİŞTİRİLMEK İSTENEN 'ZİHİNSEL KODLAR' NEDEN SİZİ RAHATSIZ EDİYOR?"
Geçenlerde, Dışişleri Bakanlığının 'zihinsel kodlarının' değiştirileceği sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir öncelik olarak açıklandı. Bu ifadenin anlamı nedir? Var olduğu iddia edilen ve değiştirilmek istenen 'zihinsel kodlar' neden sizi rahatsız ediyor? Buradaki ima Dışişleri Bakanlığı'nın kadrolaşma yoluyla siyasileştirilmesi midir? Dışişleri Bakanlığı'mızın karşılaştığı bir başka sorun da Bakanlığın profesyonel kadrolarının mevcut iş yapma biçimlerinin, Cumhur İttifakı iktidarının dış politika anlayışı ile uyumsuzluğudur. Türk diplomatları, dış politikayı yürütürken, hamasetten ve duygusal tepkiler vermekten, kişisel dostlukları veya husumetleri öne çıkarmaktan, ideolojik önyargılarla hareket etmekten özenle kaçınmışlardır. Dış politikada, içi boş hamasi söylemleri kullanarak kitleleri heyecanlandırmakla, sonuç almak ve çıkarları korumak arasında herhangi bir ilişki bulunmadığını, duygusallığın bir dış politika tarzı ve yöntemi olarak çok maliyetli olduğunu usta-çırak eğitimi almış bütün Türk diplomatları bilir.
"TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNİN RESTLEŞME DÖNEMİNE GİRDİĞİ VE BUNUN TÜRKİYE'YE YARAR SAĞLAMAYACAĞI GÖRÜŞÜNE KATILIYOR MUSUNUZ?"
En büyük hatalardan birisi de dış siyaseti, iç siyasete, tabanın duygularına ve desteğine, ideolojik saiklere göre yapmaktır. İdeoloji esaslı diplomasi, zaman içinde, sizi bütün sorunların tarafı haline getirir. Giderek yalnızlaşır, tıpkı bugün Türkiye’nin yaşadığı gibi, dostlarınızı ve müttefiklerinizi kaybetmeye başlarsınız. Bu noktada, öncelikle Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerimize değinmek istiyorum. Türkiye’nin AB’nden giderek uzaklaştığı AB Komisyonu’nun 25. Türkiye Raporu ile ortaya kondu. Derinleşen bir ekonomik krizin ve yüzlerce milyar dolarlık borcun ortasındayken, bir türlü ikmal edilemeyen Merkez Bankası rezervlerinin durumu meydandayken, acilen ihtiyaç duyduğumuz gümrük birliği güncellenmesi ihtiyacı açıkken, vize serbestisi konusu tıkanmışken, AB ile ilişkilerimizi çıkmaza sokmanın yeni politikamız haline geldiği izlenimini alıyoruz. Türkiye’nin AB değerlerine meydan okuması ilişkilerin geleceği için karamsar bir tablo yaratıyor. Bu tablo ışığında, AB’yle gümrük birliğinin güncellenmesini ve vize serbestisinin sağlanmasını görünür gelecekte mümkün görüyor musunuz? Türkiye-AB ilişkilerinin artık yeni bir dönemeci geçerek, 'iş birliği' yerine 'mecburi angajman' ve restleşme dönemine girdiği ve bunun Türkiye’ye yarar sağlamayacağı görüşüne katılıyor musunuz?
AB ile ilişkilerimizin merkezine mülteciler konusu oturmuş gözüküyor. Dünyadaki genel algı, Türkiye mültecilerin geri kabulü konusunda Avrupa’yı haraca bağladı şeklinde. Oysa biz Geri Kabul Anlaşması imzalandığında bunun karşılığında vize serbestisi talep etmiştik. Üzerinden neredeyse 10 yıla yakın zaman geçmesine rağmen neden doğru düzgün adım atılamadı? Milyonlarca vatandaşımız, neden iktidarın eksik ve hatalı politikaları yüzünden vize kuyruklarında perişan oluyor?
Ülkedeki ekonomik darboğaz ve otoriterleşme, yüzbinlerce insanımızın yurtdışına iltica etme planları yapmasına sebep oluyor. İltica şöyle dursun, AB ülkeleri Türkiye’deki iktidara güvensizlikleri yüzünden vatandaşlarımızın sıradan seyahatlerinde bile iltica ederler korkusuyla vize zorluğu çıkarıyor. AB haricinde diğer Batılı kurumlarla, özellikle üyesi olduklarımızla da önemli sorunlar yaşıyoruz.
"DEMİRTAŞ'IN, KAVALA'NIN, ATALAY'IN VE NİCELERİNİN HUKUKA AYKIRI USULLERLE YARGILANDIĞINA VE CEZAEVİNE ATILDIĞINA DAİR AİHM KARARLARI HİÇE SAYILIYOR"
Ülkemiz AİHM kararlarını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın keyfi tutumuna binaen tanımıyor. Selahattin Demirtaş’ın, Osman Kavala’nın, Can Atalay’ın ve nicelerinin hukuka aykırı usullerle yargılandığına ve cezaevine atıldığına dair AİHM kararları hiçe sayılıyor. Anayasa’nın amir hükümleri uyarınca Türkiye, uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini iç hukukuna ithal etmiştir ve uygulamak zorundadır. O halde, Avrupa Konseyi ve AİHM kararlarını neden uygulamıyoruz? Hepsinden daha vahim olmak üzere, Türkiye’ye hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlükler konusunda bu veya başka kurumlardan bir eleştiri geldiğinde Dışişleri Bakanlığından, eski yıllarda hiç alışık olmadığımız bir üslupla anlamsız açıklamalar yapılıyor. Bu açıklamalar çoğu zaman aleyhte söylenen sözleri tamamen reddeden, saldırgan ve tehditkâr bir dille kaleme alınıyor. Politikacılar böyle bir üslup kullanabilir, fakat Bakanlığın bunu benimsemesi bizce kabul edilemez. Dışişleri Bakanlığı diplomasi kurumudur. Diplomasi de, fikir ve taleplerin saygılı bir üslupla karşı tarafa aktarılmasına dayanır. Açıklamalarda külhanbeyi üslubu kullanmak Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'na yakışmaz.
"ABD İLE İLİŞKİLER, AKP HÜKÜMETLERİ SIRASINDA SON YILLARDA ADETA ÇÜRÜMEYE TERK EDİLMİŞTİR"
ABD ile ilişkilerimizin önemi izahtan varestedir. Ancak, bu ilişkiler AKP hükümetleri sırasında son yıllarda adeta çürümeye terk edilmiştir. Türkiye, ABD tarafından ciddiye alınmak isteyen, mütemadiyen tekrarlanan 'ulusal çıkar ve beka' söylemiyle öfke nöbetleri geçiren bir ortak ve müttefik görünümü veriyor. Sizin de bildiğiniz üzere, Suriye meselesinin başladığı 2011 yılından bu yana ABD ile ilişkilerimiz istikrarlı şekilde bozuluyor; bu sürece Trump yönetimi de dahildir. Uzun bir sorunlar listemiz var: Halkbank davasından F-35’lere ve F-16’lara, kuzey Suriye’den S-400’lere, ABD’ni sürekli olarak şeytanlaştırırken, uygun koşullu kredi aramaya uzanıyor bu liste…
Son olarak, listemize İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin ikili ilişkilerin doğasına aykırı şekilde, pazarlık ve rehine kartı olarak kullanılmasını ekledik. Bu konudaki sorularımız şöyledir: ABD’yle devlet başkanı düzeyinde ikili ziyaret yapılmasına hangi nedenle ara verilmiştir? Ziyareti biz istiyoruz da, ABD mi istemiyor? 1980’li yıllarda Türkiye’de montaj üretimi yapılan F-16 muharip uçaklarını artık satın almakta bile neden bu kadar zorlanıyoruz? Öncelediğimiz ikili ticaretin artmasının siyasi, askeri, stratejik, teknolojik, ekonomik ilişkilere hangi somut katkısı olmuştur?
"İSVEÇ'İN KATILIM PROTOKOLÜNÜN GECİKTİRİLMESİNİN İKTİDAR BAKIMINDAN GEREKÇESİ NEDİR?"
İsveç’in NATO’ya katılım protokolü geçtiğimiz hafta Perşembe TBMM Dışişleri Komisyonu'na getirildi fakat 4 saatlik yorucu tartışmalardan sonra beklenmedik şekilde ertelendi. Yaşananlar Cumhur İttifakı'nın kendi aralarında bazı fikir ayrılıkları olduğu şeklinde bir izlenim bıraktı. İsveç’ten terörle mücadelede biraz daha ön alması konusunda meşru taleplerimizin olduğu ve İsveç’in anayasa değişikliği de dahil olmak üzere ciddi adımlar attığı bilgisine dayanarak, İsveç’in katılım protokolünün geciktirilmesinin iktidar bakımından gerekçesi nedir?
"YUNANİSTAN'IN EGE VE AKDENİZ'DE DENGELERİ BOZACAK ŞEKİLDE GÜÇLENMESİNİ GÖRMEZDEN GELMEK YENİ POLİTAKIMIZ MIDIR?"
Uzun yıllardır karşılıklı sert söylemlerle gerginleşen Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde başlaması öngörülen normalleşme ne aşamadadır? Bu konuda ne gibi girişimleriniz olacaktır? Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de dengeleri bozacak şekilde giderek güçlenmesini görmezden gelmek yeni politikamız mıdır?
Bir başka konu da Kıbrıs meselesidir. KKTC’nin yalıtılmış durumu maalesef sürmektedir. 3 Kasım’da Astana’da Türk Devletleri Teşkilatı zirve toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıya, Teşkilat’a gözlemci üye yapıldığı duyurulan KKTC her nedense ev sahibi Kazakistan tarafından davet edilmedi. 2020’de duyurduğumuz KKTC’nin de dahil ve davet edileceği bir Doğu Akdeniz Bölgesel Konferansı da bir kenara itildi. Bu meyanda, Kıbrıs’taki çözüm süreci de bu arada çıkmaza girdi. Şimdi soruyoruz: Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmaları aniden neden durduruldu? KKTC’nin en yakın dostumuz ve müttefikimiz olan ülkeler tarafından dahi tanınmaması çözüm süreci konusunda izlediğimiz politikanın başarısızlığıyla bağlantılı olabilir mi?
"İTİDAL ÇAĞRISI YAPAN ERDOĞAN'IN HAMAS'A DOĞRUDAN SAHİP ÇIKAN AÇIKLAMALARI, TÜRKİYE'DEN BEKLENEN ARABULUCUK ROLÜ İLE NE ÖLÇÜDE ÖRTÜŞÜYOR?"
Partimiz adına bu çatışmada sivillere kurşun sıkan herkesi kınıyoruz. İsrail’in, Hamas'ın harekâtını fırsat bilerek Gazze’yi işgal girişimini kınıyor ve hastaneler başta olmak üzere sivil hedeflere yönelik saldırıları ve masum sivillerin katledilmesine göz yumulmasını lanetliyoruz. Ateşkesin bir an önce sağlanması ve artık bir tek sivilin dahi katledilmemesini temenni ediyoruz.
Önce taraflara itidal çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sonradan Hamas'a doğrudan sahip çıkan açıklamaları, Türkiye’den beklenen arabulucu rolü ile ne ölçüde örtüşüyor? Bakanlığımız arabuluculuk ve ortaya attığı garantörlük kapsamında nasıl bir yol izlemeyi planlıyor? İsrail’i telin anlamında artık gülünç hâle gelmiş içecek boykotları yapılırken, iktidara yönelik 'İsrail ile kapsamlı askeri, ticari ve siyasi anlaşmaların tek taraflı askıya alınması' talepleri neden duymazlıktan geliniyor Türkiye’nin sivil halkın katliamını durduracak bir caydırıcılığa sahip olmaması çok düşündürücüdür. Ne caydırıcılığa, ne yapıcı arabuluculuk kapasitesine, ne çatışmaları durduracak etkiye sahibiz. Doğru dürüst çalışılmadan ortaya attığımız garantörlük önerimizin üzerinde tartışılmadı bile. Bunlar dış politikamız bakımından önemli zaaflara işaret ediyor.
İsrail’in katliama dönüşen askeri harekatı genişlerken, 'bölgedeki buhranın Türkiye’nin sınırlarına dayanabileceğini' beyanatlarınızda ileri sürdünüz. Bu sözlerinizle, Hamas’ı savunan bölgedeki diğer ülkeler bile mesafeli tutum alırken, Türkiye’nin sıcak çatışmaya gireceğini mi ima ediyorsunuz?
Rusya işgalindeki Kırım’da gayrimeşru Rus yönetimi altında baskı gören Kırım Tatarları ve on yıllardır Çin’in baskı politikaları altında en temel insan hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan Uygur Türklerinden ve Türkiye’nin buralara yönelik siyasetinden ilgili Bakanlık sunumunda neden bahsedilmiyor?
Türkiye’nin Müslüman Uygurlara uygulanan etnik temizlik ve asimilasyon politikasına sessiz kalmasının nedeni nedir? Bu neden, ekonomik ve ticari çıkarlarla, Çin’den alınan ödünç rezervlerle bağlantılı mıdır? Bu yaklaşımınız ahlaki ve vicdani midir?"